25 Mayıs 2009 Pazartesi

Elmanın kurtlu yarısı

Neyseki herkes aynı yoğunlukta etkilenmiyor dinlediklerinden. Yoksa müzik toplumsal bir tehdit olabilirdi. Hoş, reklamlarda bile markanın lokomotifi olabiliyor yeri geldiğinde melodiler. Yine de dediğim gibi herkes aynı yoğunlukta etkilenmiyor dinlediklerinden. Birçok insan müziği dinlemiyor sadece duyuyor çünkü. Birbirini dinlemeyip sadece duyduğu gibi.

İnsan duyduklarını unutur ama dinlediklerini bir yerlere kaydeder muhakkak. İletişim çağında bu kadar kopuk iletişimler içinde boğulmamızın sebeplerinin başında da bu geliyor bence. Dinlemiyoruz, duyup geçiyoruz. Sonra kavga çıkıyor. ''dün dedim ya sana'', ''hayır öyle bir şey demedin sen'', ''nasıl demedim? dedim ya hani...'' böyle bir kafadan log okuma girişimli diyaloglar. Sanki hiç diyaloğa girilmemiş en baştan beri. Bir sürü monolog uçuşmuş havada. Birbirimizi dinlerken bile aklımız kendi söyleyeceklerimizde olunca normal sanırım bu durum.

Peki müzik dinlerken nasıl bunu başarıyoruz(-lar). Bunu hiç aklım almıyor. Dinlediklerini kaydedersin bir yerlere. Bir ruh haline, bir mekana, bir insana, bir döneme, bir fikre, yani mutlaka birşeylere ilişkilendirirsin. İster istemez kategorize edersin dinlediklerini. Kafandaki ve kalbindeki arşiv bu şekilde oluşur. İlişkilendirerek. Sonra için sıkıldığında veya keyfin yerindeyken kendine playlistler yapmaya başlıyorsun. Bir savunma mekanizması olarak için sıkıldığında sana eski enerjini verecek melodileri dinleyerek güzel anılarını geri çağırıyosun. Ya da tutup en bunalım şeyleri dinleyip kendine işkence ediyorsun. Bunu sanırım suçluluk duyarken yapıyor insan. Neşeli birşeyler dinleyemiyor kafası ne kadar bozuk olsa da. Ben mesela, iş yerinde birşeyler sinirimi bozduğunda energizer müziklere gömerim hemencik kendimi. Bana mısın demem dışarıdaki vızıltılara. Ama içim kendimden sebep daraldığında işte o zaman suçlulukda birleşiyor durumla ve elim sürekli damar parçalara gidiyor. ''Hadi kızım aç şurdan neşeli birşeylerde değiştir modunu'' diyorum kendime ama nafile. Ekliyorum playlist'e sonra bir bakıyorum next'e basmışım. Mazoşist bir hal evet farkındayım. Sonra ister istemez melodilere yeni yeni etiketler ilave edilip duruyor. Yeniden kategorize oluyor ve yeniden. Elmanın kurtlu yarısını da yemeye çalışmak gibi birşey bu.

Aynı şeyi başkalarıyla konuşmalarına da yapıyorsun çünkü. Birşeye sinirleniyorsun ve dinlediklerinden hep negatif olanları hatırlamaya başlıyorsun. Log bankası açılıyor. Aşık oluyorsun ve sürekli söylenen güzel şeyleri, o nefis lafları hatırlıyorsun. Kendini gazlıyorsun habire. İyi ya da kötü bir gaz durumu var yani.

Elmadaki kurdunda canı var. Onu yemediğin sürece koçana kadar gitmekte bir sorun yok sanırım.




2 yorum:

Fortunata dedi ki...

Bırrr!! Elma kurtlarını biri uyarsın.Çok sevdim ben müzikle kategorize işini. Biliyor musun, aynısını çoğu zaman kokularla yaparım ama ruh halini dış bir etkenle değiştirmek gayet güzel bir fikir. Ayrıca kesinlikle bir yoga hali:)

Mirror dedi ki...

Beş duyunun beşide birbirinden şahane tabi :)
Sinestezik bir hal alsa da zaman zaman, hissetmenin yenilenen, özgünleşen versiyonları olarak lezzetliler (elmalardan bahsettim diye lezzetle tanımladım sanırım, ay ben de bilmiyorum şimdi:))
Ve evet meditatifler, bu kesin bence de.