26 Mayıs 2009 Salı

Kadim dostlar

Elalem ''wish list'' yapar, ''to do list'' yapar ben ise yazılı olmayan bir ''end list'' peşindeyim. Yani end list mi denir ona artık ben uydurdum muhtemelen bu ismi, uydurduğum bir sürü isim gibi. Şu anlama geliyor kendisi: Daha önce deneyimlediğim ama bir ders çıkaramayıp ya da hatta çıkarmama rağmen yeniden tekrar ettiğim beni memsuz eden niteliklerimin sonlandırılması adına verilen kararlar. Pek kararlar verebilen veya verdiği kararlara pek de riayet edebilen bir insan olmadığımdan bunları yazılı bir hale getirmekte işime gelmiyor açıkçası.

Yine de bu yazılmamış listeye kafama göre ilaveler ve ötelemeler yaparken bunun acısını en çokda arkadaşlarım çekiyor. Dostluklarımda çok fazla kuralım yok neyseki. Mümkün olduğunca yargılamamaya çalışıyorum, ilişkiler bütünümüzün tamamen keyfi kararlar ile ilerlemesini tercih ediyorum. Onların da böyle hareket etmesinden hoşnutum ve bunu bana tanıyabilenlerde kadim dostlar mertebesinde koltuklarında oturabiliyorlar. Bu durum itibariyle başkalarının şımarıklık, kapris diye nitelediği şeyler biz birbirimize yapınca geçici sinir krizleri olarak pış pışlanıyor. ''Tamam hayatım, sorun değil kafana göre..'' gibi cümleler aramızda gidip gelirken arkasında başka anlamlar taşımıyor -umarım-.

İnsan ailesini seçemiyor ama arkadaşlarını tamamen kendi seçimleri ile oluşturuyor. Yani iş yerinden, okuldan, mahalleden tanış olmak değil kasdettiğim, anladınız işte, özel hayatının içine aldıklarından, dostlardan bahsediyorum. Bu şekilde doğuştan gelen aile gibi bir aile daha yaratıyoruz kendimize. Yedek ailemiz demek istemiyorum çünkü yapı aslında tamamen farklı. Kan bağı yok -varsada bu tesadüfi bir durum-, birbirleriyle uyumlu olmak zorunda değiller -olurlarsa ne ala-, kendi seçimlerimizin eserleri, bizim biz oluşumuzun ayrılmaz parçaları, yeri geldiğinde genetik ailemizle paylaşamadığımız veya paylaşmak istemediğimiz durumlarımızın refakatçileri.

Nereye varmak istiyorum? Genel olarak şükürler olsun ki hiç bir yere varmak istemiyorum. Hedef medef yalan. Öyle akışta takılıyorum. Bazen kulaç atıyorum, bazen boy vereyim diyorum sonra çırpınmaya başlıyorum, bazen de olduğum yerde kalabilmek için tutunmayı deniyorum. C'est la vie! Çok da sorgulamamalı belki. Fazla sorgulayınca Bipolar diyorlar insana. Gel gelelim kadim dost dediğimiz insanlar ise seni bir takım tıbbi sıfatlardan ayrı tutup değerlendirebilenler oluyor.

Evet, kadim dost kavramını bir çok kez farklı şekillerde tanımlamaya giriştiğimiz bu yazımızda halen eksikler, olası bir dolu daha tanımlamalar mevcut olmasına rağmen okuyucuyu, konuyu uzatıp sıkmamak adına burada noktalıyoruz.

Handikap: Bu blog'un adresini bilenlerin büyük kısmı kadim dostlar. Buyur burdan yak.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Elmanın kurtlu yarısı

Neyseki herkes aynı yoğunlukta etkilenmiyor dinlediklerinden. Yoksa müzik toplumsal bir tehdit olabilirdi. Hoş, reklamlarda bile markanın lokomotifi olabiliyor yeri geldiğinde melodiler. Yine de dediğim gibi herkes aynı yoğunlukta etkilenmiyor dinlediklerinden. Birçok insan müziği dinlemiyor sadece duyuyor çünkü. Birbirini dinlemeyip sadece duyduğu gibi.

İnsan duyduklarını unutur ama dinlediklerini bir yerlere kaydeder muhakkak. İletişim çağında bu kadar kopuk iletişimler içinde boğulmamızın sebeplerinin başında da bu geliyor bence. Dinlemiyoruz, duyup geçiyoruz. Sonra kavga çıkıyor. ''dün dedim ya sana'', ''hayır öyle bir şey demedin sen'', ''nasıl demedim? dedim ya hani...'' böyle bir kafadan log okuma girişimli diyaloglar. Sanki hiç diyaloğa girilmemiş en baştan beri. Bir sürü monolog uçuşmuş havada. Birbirimizi dinlerken bile aklımız kendi söyleyeceklerimizde olunca normal sanırım bu durum.

Peki müzik dinlerken nasıl bunu başarıyoruz(-lar). Bunu hiç aklım almıyor. Dinlediklerini kaydedersin bir yerlere. Bir ruh haline, bir mekana, bir insana, bir döneme, bir fikre, yani mutlaka birşeylere ilişkilendirirsin. İster istemez kategorize edersin dinlediklerini. Kafandaki ve kalbindeki arşiv bu şekilde oluşur. İlişkilendirerek. Sonra için sıkıldığında veya keyfin yerindeyken kendine playlistler yapmaya başlıyorsun. Bir savunma mekanizması olarak için sıkıldığında sana eski enerjini verecek melodileri dinleyerek güzel anılarını geri çağırıyosun. Ya da tutup en bunalım şeyleri dinleyip kendine işkence ediyorsun. Bunu sanırım suçluluk duyarken yapıyor insan. Neşeli birşeyler dinleyemiyor kafası ne kadar bozuk olsa da. Ben mesela, iş yerinde birşeyler sinirimi bozduğunda energizer müziklere gömerim hemencik kendimi. Bana mısın demem dışarıdaki vızıltılara. Ama içim kendimden sebep daraldığında işte o zaman suçlulukda birleşiyor durumla ve elim sürekli damar parçalara gidiyor. ''Hadi kızım aç şurdan neşeli birşeylerde değiştir modunu'' diyorum kendime ama nafile. Ekliyorum playlist'e sonra bir bakıyorum next'e basmışım. Mazoşist bir hal evet farkındayım. Sonra ister istemez melodilere yeni yeni etiketler ilave edilip duruyor. Yeniden kategorize oluyor ve yeniden. Elmanın kurtlu yarısını da yemeye çalışmak gibi birşey bu.

Aynı şeyi başkalarıyla konuşmalarına da yapıyorsun çünkü. Birşeye sinirleniyorsun ve dinlediklerinden hep negatif olanları hatırlamaya başlıyorsun. Log bankası açılıyor. Aşık oluyorsun ve sürekli söylenen güzel şeyleri, o nefis lafları hatırlıyorsun. Kendini gazlıyorsun habire. İyi ya da kötü bir gaz durumu var yani.

Elmadaki kurdunda canı var. Onu yemediğin sürece koçana kadar gitmekte bir sorun yok sanırım.




21 Mayıs 2009 Perşembe

İnsan düşmanına yapmaz bunu

Yani bazen biz kadınlar ne saçmalıklar yapıyoruz ve bu yaptıklarımız kelebek etkisi ile yine bize dönüyor. Geçen gün Epepe ile konuşuyoduk, erkek kısmısının sevgi gösterdiğinde donuklaşması, öpmek için uzandığında sıyırıp geçer gibi bırakmaları vs. Hep anaların işi bunlar. Biz de düşünüp duruyoruz sonra bu ne böyle, ne oldu şimdi, peşimden deli divane koşan adam bu değil miydi? Bunları ilk böyle ''ben erkek oldum artık toplum içinde beni öpme anne'' dedikleri zaman -ki bu zamanlarda genelde ilkokul çağlarına denk düşer- iki tane çakcaksın suratlarının ortasına. Kendilerine verilen sevgiyi almamanın ne büyük bir hakaret olduğunu o an idrak edecekler. Yapılan yemeği beğenmemek değil ki bu. Hani sevmezsin o lezzeti de, damak zevkinle uymuyordur, ne kadar güzel sunulursa sunulsun yememeyi tercih edersin -ki aslında bu da emeğe hakarettir ama bi çokları sırf görevini yapmış olmak için yemek pişirdiğinden emek konusunu başka bir panelin konusu olarak saklamak istiyorum-

Ama burada durum farklı, lezzeti seviyorsun, biliyoruz, sen de inkar etmiyorsun zaten. Eee, ne o zaman bu havalar? Kızını dövmeyen dizini döver demeyi bilen atalarımız oğlunu dövmeyen, sadrazamın sol şeysi misali damızlık gibi yetiştiren analarada bir laf yetiştirememişler mi?

Ey analar! Yeni nesil sizin eseriniz oluyor. Bunu hatırlatmak zorunda bırakıyorsunuz beni ama sonra yine sizin kızlarınız uğraşıp duruyor şunları insana çevirmek için. Malum ağaçta yaşken eğiliyor. Bilmem kaç yaşındaki kazuletlerinize hayattaki biricik fonksiyonunun üremek olmadığını, tohumluk olmadıklarını ya da eğer sadece tohumluklarsa hadlerini bilmeleri gerektiğini ifade etmek için biz kartanelerinin size nasıl saydırdığını da mı hiç hesaplamıyorsunuz? İnsan düşmanına yapmaz böyle bir şey yahu!

Hayattan maymun olmak

Dün gece aklıma geldi. 20 sene önce lisedeyken okuduğum bir A. Camus kitabı vardı. O zamana kadar sadece mitolojik bir karakter gözüyle baktığım Sisyphos'tan yola çıkarak abinin ödüller mödüllerde aldığı Sisyphos Söyleni. Şu tanrılardan sonsuza kadar devasa bir kayayı zirveye çıkarma cezasını alan garip. Tabi sen niye 17 yaşında körpe beynini bunlarla dolduruyordun bak işte sonra böyle olursun diye düşünebilirsiniz ama o zamanlarda Existentialism özel ilgi alanıma damardan giriyordu. Ortaokulda Montaigne, ilkokulda Homeros okursan bunlar kaçınılmaz gelişmeler olsa gerek. Her bünye kaldıramıyor okuduklarını muhtemelen. Çok okumadım ben de zaten. Ama fena zamanlarda fena şeyleri okumuş olabilirim şimdi dönüp bakınca.

Neyse efendim konumuz bu değil. Değerli Camus, Sisyphos'un bu içler acısı salakça azmini varoluşun bunca absürdlüğüne, anlamsızlığına, saçmalığına ve evrenle uyuşumsuzluğuna rağmen neden intihar etmiyoruz? sorusu çerçevesinde ele alır gibi yaparken, muhtemel bir Nobel kaygısıyla olsa gerek ''ama yine de boş değil boşta değil bi işi var adamın yani'' şeklinde bağlayıp parsayı toplamıştır. Günümüz medyasında olsa kitap intiharı deliler gibi teşvik eder bi halde biterdi, bi kısım tekil ve toplu intiharlara da sebebiyet verirdi. Toplatılmadan önce -tabi eğer toplatılırsa- satış rekorları kırar, üstüne üstlük çeşitli yorumlamalarla bir-iki kimlik yetersizliği yaşayanları sömürme tarikatına da kaynaklık ederdi.

Benim Nobel kaygım yok neyseki. Tarikat kurasımda yok. İyi para var aslında o işte ama ben yapamam, gülerim. Nerden geldik buraya? Evet, ben çocukkene haddimi aşan eserlere musallattım. Hayatın anlamını o zamanlarda arıyordum kendi sistemlerimle. Halen az buçuk net bi sonuca varamadım. Belkide hayatın anlamı bu anlamsızlığında saklı. Memnun olamıyorsan maymun ediyor insanı.

Yolculuk

Otobüsün camından bakıyorum göz ucuyla. Akşam güneşi tek yanağımı bir yalıyor bir saklanıyor. Trafiğe rağmen artık yolda olmanın verdiği bir kendinden eminlik var içimde. Ne de olsa bu yolun başlangıcı ve sonunu biliyorum. Tahmini ne kadar süreceğinide. Hayatımdaki gibi ne kadar titizlikle planlasamda başı, sonu ve süresi belli olmayan bir yol değil. Basit ve sıradanlığı kimi zaman ağırlık yapsa da böğrüme. Kulağımda kulaklıklarım, elimde kitabım olduğunda zaten rutinleşmesine engel oluyorlar istediğimde. Eh, arabayıda ben kullanmadığıma göre, gel keyfim gel.

Bu kısa ya da uzun yolculuklarında yüklendiği anlamlarla birlikte zorluk dereceleri değişiyor. Bir yerden başka bir yere gitmek çoğunlukla olağanlaşınca hayatında -evden işe, işten eve- bir takım özelleştirmelere gidiyorsun keyfini çıkarabilmek için bu hallerin. Çantada bir kitap ya da bir dergi. Bazen kulağında buralarda çalmayan müzikler. Koltuk tercihlerin bile oluşuyor çaktırmadan. Önlerde olsun, cam kenarında olsun, şimdi güneş o taraftan vurur öyleyse şu taraftaki koltuk olsun.

Hayatımda da bu kadar basitleşebilse ya şu yolculuğun keyfini çıkarma arzusu. Hiç biri işe yaramazsa camdan bakıp kafamı boşaltsam ya da gün içinde ağır gelen konuları düşünmeye fırsat olsa.

Uzaklara gitsem nerede ineceğimi bilmeden. İçimden ''hadi'' sesini duyana kadar gitmeye devam etsem. Sonra inip, etrafa alıcı gözle şöyle bir bakıp devam edeceğim yönü seçsem. Yapraklarına dokunsam yolun kenarındaki ağaçların. Parmaklarımın ucuyla duvara dokunarak yürüsem dalgın dalgın...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Para mı?

''... İnsanın yürekliliğini, kendine güvenini artıran şeylerin başında gelir para.
Eh, öyleyse para iyi birşeydir bir bakıma; çünkü yüreklilik ve kendine güvenme erdem sayılır insanda.''

Point Counter Point - Aldous Huxley

Asimetrik paralel evrenler

Eski defterleri, bir şeyler karalanmış kağıt parçalarını kurcalamaya başladım. Bazılarını ufak ufak buraya aktararak temize çekiyorum. Bakıyorumda hep aynı teraneler. Aynı kısır döngüler. Hiçbir şey değişmemiş sanki. Girip girip çıkmışım aynı bulanık sulara. Hayatımın bütünü bazı asimetrik paralel evrenlerden oluşuyor gibi. Maymun muyum ben niye zaman zaman paraleller arasında atlıyorum? Atlayıp zıplarken elim kayarsa düşüp kendimi sakatlar mıyım? Bunları düşünmek bile içimi daraltmaya yetiyor.

Kayıp

Geçen ayın 8'inde babamın sol tarafına felç inmeye çalıştı. Geri gönderdik. Ama çok korktum. Babamı kaybediyorum sandım. Aslında buna pek inanmadım ama yine de, bir an için sanmış olmak bile hayatımda önemli insanları kaybetmekten korktuğum kadar hiçbirşeyden korkmadığımı gösterdi bana. Böyle bir kayıp karşısında tamamen aciz, tamamen çaresizim çünkü.

Bugün pazartesi. Cuma akşamı canım kedim Misha bahçeye çıktı ve bir daha gelmedi. Öldü mü? Onu bile bilmiyorum. Sadece onu çok özlüyorum. Hayatımın beş yılı ile birlikte gitti sanki. Halen geri gelmesini ümid ediyorum. Onu çok seviyorum. Benim güzel, akıllı, kendini beğenmiş, şımarık, tatlı, bebek kedim. Yumuşacık, minicik patilim. İpek tüylü kızım. Canım bebeğim... Seni bekliyorum.

13 Haziran 2005

Belirsiz

Bazen siz de kendinizi ölüme herzamankinden daha yakın hissedersiniz değil mi? Ama bu adrenalin içermeyen bir ölüme yakınlaşma halidir. Çaresizlik yüklüdür bol bol.

Belirsizliklerimle ilgili çerçeve genişleme yaptıkça hayata karşı daha da paranoyaklaşıyorum. Bu da beni çarelere karşı çaresizliklerin korkunç ve dehşet verici istatistikleriyle yüzleştiriyor yüzleştiriyor güçlü bir şekilde. İşte o sıralar çaresizliklerin hal ve tavırları daha da şiddetli çarpıyor gözüme. Evet, evet bunlar sinir krizleri. Kendi başıma sinir krizleri geçiriyorum ara sıra. Delirir miyim acaba gerçekten ileride, birgün, aniden...

Hayattan çok korkuyorum. Direnecek hiç enerjim kalmadı sanki.
Banyo yapiym...

01 Mart 2005

Cenaze haberi

Bugün en büyük kuzenim öldü. Halamın oğlu. Trafik kazasında. Büyüdükçe kaybetmeyi daha çok kere tecrübe ediyorsun. Benim hislerim üzüntüden ziyade diğerleri için endişelenme oluyor. Her an onları da kaybedebileceğin konusunda şuurun aniden açılıyor.

26 Ocak 2005

15 Mayıs 2009 Cuma

Bir şehrin ruhu

Büyümeye devam ettiğim bu şehre 9-10 sene sonra yeniden geldim. Görüşemediğimiz zamanlarda en az ben kadar o da değişmiş. Çoğu yerini tanıyamadım. Oysa en özgür 7 yılımı burada yaşamıştım. O da benim için aynı şeyleri düşünebilir miydi acaba eğer şehirler düşünebilseydi? Eğer şehirler düşünebiliyorsa, şehirlerin cinsiyetleri varsa Bursayı genç yaşta dul kalmış ve zaten vaktiyle de sevdiğiyle değil ailesinin, çevresinin uygun bulduğu adamla evlenmiş bir kadına benzetirim hep. Aileye karşı çıkamamanın, sevgisinden feragat etmenin ezikliğine bir de iki küçük çocuğuyla dulluk eklenince, hayattan yaşamını sürdürmekten başka hiçbir beklentisi kalmamış. Mutluluğu artık kendisinde değil çocuklarında arar olmuş fedakar ve içten içe bir o kadar da yaşamın ona oynadığı bu oyunlara kızgın bir kadın. Ama elinden içinden küfürler savurmaktan başka bir şeyin gelemediğini fark etmiş bir kadın. İhtirası sadece hayallerinde yaşamış ve bunun için bile mahcubiyet hissetmiş o kadın. Şimdilerde görüntüde kendini yenilemiş, içindeki yaşlanma ve çürümeye devam etmiş o ketum. İzmir yolu tarafına doğru genişlemeyi seçmiş. Sanki bu dağın eteklerinden kaçıp kurtulmak istemiş. Ege sahillerinden esen melteme yüzünü vermek istemiş ama nereye giderse gitsin burada kalakalmış bir kadın.

06 Mart 2006

Doğru

Kendi içinde tutarlı olan şeyler, tutarlılıkları zedelenmediği sürece ''doğru''dur.

06 Aralık 2004

Kara kedi

Senenin son güneş ışıklarından bir kısmının altında, sigara içen bir kara kedi taklidi yapıyorum sadece.

10 Kasım 2004
10:30 a.m.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Ne haddime, ne?

Neden böyle yapıyorsam, durup durup sonra aniden etkileri birbirine yakın şeyleri aynı anda yapmaya çalışıyorum. Önce bir perhiz, nadas süreci yaşıyorum yapmaya başlayacağım şeye karşı, sonra girişiyorum. Bu özelliğimi hayatımın bir çok yerinde yaşıyorum. Aylarca tek bir kitabı elimde süründürüp sonra aynı anda üç kitap okuyorum bir solukta. Günlerce mutfağa girmiyorum, midem kazınırken buzdolabının kapağını açıp, sanki hayatın anlamı ordaydıda biri almış götürmüş gibi boş boş bakıp geri kapatıyorum. Sonra gecenin bir yarısı ''yap'' gücüm geliyor ve beş çeşit yemek yapıveriyorum kısacık bir sürede.


Şimdi derdim ne? Bağımlılıklarımdan uzaklaşmaya çalışıyorum. Buna çalışırkende kendime yeni bağımlılıklar oluşturuyorum. Akşam erkenden eve gelmeye cesaret edemediğim için arkadaşlarımı kendimden sorumlu tutuyorum. Ben kendimden sorumlu olamıyorum sanki.

Yalnızlıktan korkuyorum. Yalnız kalmaktan değil yalnızkenki kendimden. Çocukken annem çarşıya, pazara gittiğinde evde birden yalnız kalınca ne yapacağımı şaşırırdım. Hazır annem yokken neler yapabileceğimi hızlıca kafamdan geçirir ve yerimden fırlardım. Çoğunlukla annemin yasakladığı yerleri karıştırmakla başlardım. Şimdi kimsenin birşey yasakladığı yok. Ev benim evim. Yine de annemin evden çıkmasını beklerken ki o heyecanla eve geliyorum bazen. Erkenden gelmişim, gelecek gidecek kimse yok, bu akşam yalnızlığımın tadını çıkartabilirim. Ne peki bu tadını çıkartacağım şey? Bu sefer eyaları karıştırmak fikri saçma, zaten benim eşyalarım. Banyoyu kapısını kapatmadan kullanmak mı özgürlüğüm? TV'de istediğim hızla zaplamak mı? Hepsi sıkıcı şeyler. Ben de sıkılıyorum. Sonra gelsin self analysis, gelsin göz yaşları, iç sıkıntısı, yürecik kabarması.

Şimdilerde bi sürü şeye başladım. Yine hepsini aynı anda çözmeye kalkışıyorum. Bağımlılıklarımı keyif alacak düzeye indirgeme derdindeyim. Bu sebeple hayatıma birisini almak istemedim ne zamandır. Evde başka biri olmadan kendimle kalabilmeyi öğrenmem lazım. Ama bunun sıkıcı bir rutine dönüşmesinden de korkuyorum. İçten içe biri olsun ama onun evde olmadığı günler, annemin çarşıya gittiği zamanlar gibi evin içinde bir oraya bir buraya koşuşturup kısıtlı zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışayım istiyorum. Hımm.. yazdıkça çıkıyor bak. Mesele bu sanırım. Bir şeyler kısıtlanmadıkça fırsatların zevkini çıkartamıyor insan. Fırsat anlamını yitirip boşluğa dönüşüyor. Boşluk ise bulantıya. O bulantıda bunun gibi satırlara.

Sinking

I am slowing down
As the years go by
I am sinking
So I trick myself
Like everybody else

The secrets I hide
Twist me inside
They make me weaker

So I trick myself
Like everybody else
I crouch in fear and wait
I'll never feel again

If only I could remember
Anything at all

Robert Smith

12 Mayıs 2009 Salı

Kendime not

En derin denizlerden doğar en yüce dağlar,
En derin acılardan doğar en derin sevinçler.

(Böyle Buyurdu Zerdüşt. F.N.)

6 Mayıs 2009 Çarşamba

KİMLİK BUNALIMI VOL.1

VE ESAS MESELE ŞU Kİ BEN BU GEZEGENİ, BURALARDA SÜRE GELEN HAYATI KENDİME ÇOK YABANCI HİSSEDİYORUM. İÇİNDE BİR KİMLİKTE, BİR POZİSYONDA KENDİMİ KONUMLANDIRAMIYORUM. NE SEVGİLİ, NE EŞ, NE ARKADAŞ, NE EVLAT OLAMIYORUM TAM MÂNASIYLA. OLMAK DURUMUNDA KALDIĞIM TÜM KİMLİKLERE KENDİMDEN BİR ŞEYLER KARIŞTIRMAYA ÇALIŞIP TUHAF ANLAMLAR YARATIYORUM. ÇÜNKÜ GALİBA SOSYAL BİR VARLIK OLMANIN GÜNÜMÜZDEKİ MODELLEMELERİNDE PÜF NOKTASI OLAN KİMİ DEĞERLERİ KABUL EDEMİYORUM. GÜÇ İÇİN HESAP KİTAP YAPAMIYORUM. YAPANLARDAN DA HAZZETMİYORUM. KARİYER HIRSI DELİCE GELİYOR. SOSYAL STATÜ ÇILGINLIĞI HEMEN ARDINDAN ONU TAKİP EDİYOR. KİMİM? VE KİM OLMALIYIM? SORULARININ CEVAPLARI ARASINDAKİ MESAFELER BAŞIMI DÖNDÜRÜYOR. BÖYLE BİR YERDE YAŞIYOR OLMAK İÇİN MÜCADELE ETTİĞİMİ FARK ETTİĞİM ANLARDA MİDEM BULANIYOR. SAÇMA SAPAN DEĞERLERİ ÜZERİME İĞNELEMEYE ÇALIŞTIKLARINDA RAHATSIZ OLUYORUM. İNSANLARDAN UZAKTA DURMAK İSTİYORUM AMA BUNU DA KORKAKÇA VE PASİF BİR TAVIR OLARAK GÖRÜYORUM. VEREBİLDİĞİM TÜM TEPKİ BANA VERİLEN KİMLİKLERİ ÜZERİME GEÇİRİRKEN YAPTIĞIM RÖTUŞLARDAN İBÂRET.

3 Mayıs 2009 Pazar

WHAT THE BLEEP...

HAYAT İYİCE DAYANILMAZ BİR HÂL ALDI. NE İÇİN YAŞADIĞIMI BİLE BİLMİYORUM. EN SEVDİĞİM İNSANLARIN BİLE BANA BU KADAR RAHAT ZARAR VERMESİNE GÖZ YUMDUĞUMA GÖRE BİRŞEYLER TAMAMEN YANLIŞ. BUNLARIN NE OLDUĞUNU DÜŞÜNECEK VEYA SAVAŞMAYA DEVAM EDECEK ENERJİM YOK. BİTTİ. SON ÇIRPINIŞIMDA OLAĞANCA GÜCÜYLE YÜZÜME PATLADI. AYNI ANDA HEM ÇOK SIKILIYORUM, HEM DE DELİ GİBİ KORKUYORUM GERİ KALAN HAYATIMIN HEP BÖYLE DEVAM ETMESİ İHTİMALİNİN YÜKSELEN BİR GRAFİĞİ OLDUĞUNU GÖRMEKTEN. YOK OLMAK İSTİYORUM.

İNSANLARIN NEDEN ÇOCUK SAHİBİ OLMAK İSTEDİĞİNİ ŞİMDİ FARK ETTİM. BEN SANIYORDUM Kİ KENDİ GENLERİNİ SÜRDÜRMEK, ÇOCUK SEVME EGOSU, TOPLUMSAL STANDARTLARA UYUMLULUK GİBİ BİR TAKIM SEBEPLER İLE ÇOCUK YAPIYORLAR. AMA İNSANIN HAYATI ANLAMSIZLAŞTIKÇA PES ETMEMESİ İÇİN EN SAĞLAM SEBEP BAŞKA BİR İNSAN. YOKSA HAYALLER VE HEDEFLERDE SAÇMA GELİYOR İNSANIN GÖZÜNE YERİ GELDİĞİNDE. BU SEBEPLE BİRİLERİNE BAĞLANIYORUZ. KENDİMİZE BAĞLANACAK BİRİLERİ ARIYORUZ. YETMEZSE KENDİMİZ BİR TANE YAPIYORUZ. BENDE HER İKİSİDE YOK. HAYALİM YA DA HEDEFİM DE YOK. YANİ VARSA DA SAÇMA ŞEYLER, ŞU AN AKLIMA ADAM GİBİ BİR ÖRNEK BİLE GELMİYOR.


O ZAMAN NE BEKLİYORUM? NEYİ SÜRDÜRMEYE ÇALIŞIYORUM? HER GEÇEN GÜN KENDİMLE İLGİLİ KRİTERLERİMDE KALİTEMİNDE DÜŞTÜĞÜNÜ GÖRÜYORUM. GURURSUZLAŞIYORUM SANKİ. OYSA TÜM DİRENCİMİ GURURUMDAN ALIYORDUM BEN. TÜM İNADIM ONUNLA AYAKTA DURMAK İÇİNDİ.

HİÇ BEĞENMİYORUM KENDİM OLMAYI. BİR ARA BİRAZ HOŞNUTTUM KENDİMDEN, O DA KALMADI. ÇÖZEMEDİĞİM SORUNLAR KARŞISINDA KULLANDIĞIM SAVUNMA MEKANİZMALARIMI KULLANACAK ENERJİM BİLE KALMADI. KAÇ GÜNDÜR EVDEN ÇIKAMIYORUM. KİMSEYİ GÖRMEKTE İSTEMİYORUM. AMA YALNIZ KALMAKTAN KORKUYORUM ZAMAN ZAMAN. SAÇMA BİRŞEYLER YAPMA İHTİMALİMDEN. BU YAZDIKLARIMA BAKACAK OLURSAK SAÇMA BİRŞEYLER YAPMAK ÜZEREYİM ADETA. AMA BUNLARI KİMSEYLE KONUŞMAKTA İSTEMİYORUM DAHA FAZLA. KONUŞACAKLARIM, YANİ BUNLARI PAYLAŞACAĞIM İNSANLARIN KARŞILIĞINDA NELER SÖYLEYECEKLERİNİ BİLİYORUM NASILSA. BİRAZ DUYMAK İSTEDİKLERİMİ, BİRAZ DAHA ABARTILI LAFLAR, BİR TAKIM SEBEPLER, YANLIŞ DÜŞÜNDÜĞÜMÜ İSPATLAYAN ÖRNEKLER… İYİDE BUNLAR HEP VARDI, NE DEĞİŞTİ? BELKİ DE YANLIŞ DÜŞÜNMÜYORUM, GERÇEK OLANI GÖRÜYORUM VE KAÇMIYORUM VEYA KAÇAMIYORUM.


HER ZAMAN BÖYLE OLDUM. NELERİ İSTEDİĞİMDEN ÇOK NELERİ İSTEMEDİĞİME ODAKLANDIM. BELKİ DE BU YÜZDEN BİRŞEYLERİ İSTEMEYİ BİLEMİYORUM. REDDERKEN Kİ HIRÇINLIĞIMA İSTERKEN DE SAHİP OLUYORUM. İSTEMEKTEN VAZGEÇİŞİM BUNDAN OLSA GEREK.