13 Haziran 2009 Cumartesi

Neden? Niye? Niçün?

Hayatımı karartan soru öbekleri işte bunlar!
Sebep-sonuç ihtiyaçlı düşünce modeline olan tutkumuzun üç silahşörleri. Anlayabilmek için illa bir sebep olmalı ki bir sonuca varabilelim. Tümden gelemiyorsak, tüme varabilelim. Gelelim ya da gidelim olduğu gibi kabul etmeyelim yani. Bir hareket hali hiç durmadan.
Anlayınca ne değişiyorsa?...

Kategorize bilgi


Bir konudaki bilgi arttıkça kategorize etmesi ve dolayısıyla kontrol etmesi de güçleşiyor. Elindeki doneler az iken ne rahat. Net bir şekilde kategorize edebiliyorsun. Rahatça tanımlayabiliyorsun herşeyin anlamını. Konunun güçlüğü seni sınırlamıyor. Ya da konuyu güçleştiren ne kadar daalanıp budaklanacak kadar çok detayı bildiğin ile ilgili. ''2+2=4 mü?'' diye düşünülüyor mu 5 yaşındayken. Rakamlar bile en sade anlamlarındayken. Her 1=elma olarak kafamızda somutlanırken. Sonra sonra birileri gelip matematiğin soyutta birşey olduğu bilgisini tıkıştırdığında kafamıza herşey dağılıyor. Bütün rafları indirip yeniden dizmeye başlıyorsun. Tam sen dizerken yen yeni bilgiler gelmeye devam ediyor. Bir daha indir. Yeniden yerleştir. Eeee... bu şimdi bu rafa mı, şu rafa mı konmalı? Bunlar arttı, ne yapıcaz? Yeni raflar almak lazım galiba. Çıldırmamak işten bile değil.

Sözüm ona bilgi çağındayız, ama asırlar önce bir takım adamlar düşünür sıfatıyla herşeyi söylemişler zaten. En fazla revize edilebilmiş sonrasında. Temel bilgileri söküp atamıyorsun. Belki gerek varsa tamir edebiliyorsun.

Bildikçe var ediyorsun. Bilmediğin birşey için endişelenmiyorsun. Ancak bilmediğini bildiğin birşey varsa korkuyorsun. Hangi rafa kaldırman gereken bir bilginin yolda olduğunu düşündükçe hazırlıksız yakalanmaktan endişe ediyorsun.

Umarım tam da rafları yeniden yerleştirmek için indirmişken gelmez. Tamam ortalık çok dağılmış gibi görünüyor ama şu yeni rafları da ekledim mi herşey çok güzel yerleşecek, derli toplu olacak. Biri şunu bana uzatabilir mi?

6 Haziran 2009 Cumartesi

Rüyaların olmadığı uykular

Bir süredir yine uzun uzun rüyalar görüyorum. Genellikle uyandığımda bana kendimi tuhaf hissettiren rüyalar. Gün boyu etkisini dalga dalga göstermeye devam edebilen rüyalar. Yine de rüyasız uykuların o garip karanlığından, dipsiz boşluğundan daha iyi gibi geliyor bana onları görmek. Yaşamakta olduğumu fark ettiriyor bir nebzede olsa. Uyurken bile. Uyanıkken, uyuyan yaşamıma rağmen.

Kabusları bile o karanlık, rüyasız uykulardan daha az korkutucu buluyorum bu sebeple. Bazen başımın ağrımasını sevmem gibi birşey. ''Cogito ergo sum'' diyemiyor insan her zaman. Biraz daha dürtelenmek istiyor.